Başka Tanrının Çocukları




Ceylan Önkol'u tanıyor musun?

Yaşı on ikiydi, bazı yerlerde on dört diye geçiyor. Köy yerinde toplu yaş yazdırma olduğu için emin olamıyorum. Emin olduğum bir şey varsa, Ceylan çocuktu.

Tek bir fotoğrafı var Ceylan'ın. Üzerinde o şirin çocuk kıyafetlerinden yok. O fotoğrafta da kırgın bakıyor; biraz da kızgın. Lice'de yaşıyordu. Koyun otlatmaya çıktığı gün makarna istemişti annesinden. Zaten pek kimseden de bir şey isteyemezdi. O gün şımartılan prenses çocuklardan da değildi. Hiç olamamıştı ki Ceylan'ım. Koyun otlatmaya giderken parçalandı Ceylan. Nasıl olduğu fark etmez. Ceylan'ım parça parça oldu.

O anı düşünüyorum hep.Ağaçlardan parçalarını topluyor abisi. ''Ceylanke parçe parçe'' diye bağırıyor anası. Çünkü Ceylan parça parça.
Ceylan'ı öyle görünce, ciğerini ağzına almış annesi, ''Yavrumu içime sokasım geldi.'' demiş bir de. Parçalarını eteğinin içine toplayıp öylece oturmuş. Ceylan öyle toprakta şimdi.

Ceylan'ım parça parça...




Mustafa Diker'i tanıyor musun?
Babası tarafından tecavüze uğradığında, bu yüzden yürüyemediğinde, babası tarafından devamlı dövüldüğünde ve en sonunda dövülerek öldürüldüğünde sekiz yaşındaydı. 

Düşün sadece. Sen müthiş dertlerin ve stresinle dünya başına yıkılmış hissederken; sekiz yaşında bir çocuk babası tarafından tecavüze uğrayıp sokaklarda dolanıyor. Tek başına. Ama zor yürüyor. Yine dayak yiyor. Hep dayak yiyor Mustafa. Sen belki huzurla akşam yemeğini yerken; o kapalı kapılar ardında hep üzüldü Mustafa. Ve öldü Mustafa. Sen nazlı çocuğuna yemek yedirirken; babası Mustafa'yı çöpe atıyordu. Senin projeni yetiştirmeye çalıştığın saatlerde; annesi ve babası plan yapıp komşulara ve polise Mustafa'nın kaybolduğunu söylüyordu.

Mustafa öldü.




Ahmet Yıldız'ı tanıyor musun?
Urfa'dan gelmiş Adana'ya. Göç eden, -etmek zorunda kalan- bir ailenin çocuğu. Ruhsatsız işyerinde kaçak olarak çalıştırılan 13 yaşında bir çocuk.Önce trafik kazası geçirdiğini söylüyorlar. Daha hızlı çalışsın diye güvenlik sensörü kapatılmış, pres makinesine sıkışmış Ahmet. 
Ahmet öldü.

İlk değil Ahmet, son da olmayacak ne yazık ki. 2017 verilerinde göre son beş yılda 260 çocuk çalışırken hayatını kaybetmiş. Bu çocuklar parka gitmek isterken çalıştırılıyorlar, çok ucuza, güvenceleri olmadan... Bu çocukların emeğini sömürüyorlar. Pek çoğu eğitim hayatını yarıda kesmek durumunda kalıyor. Henüz gelişimlerini tamamlayamadan işçi oluyorlar. Olmaz... Oluyor ama.

Bu arada söylemiş miydim, Ahmet artık aramızda değil.




İsmini bilmediğim, cezaevinde işkenceye ve istismara maruz kalan çocuğu tanıyor musun?
İç organlarının şiddetten zarar gördüğü o çocuğun farkında mısın? Peki annesiyle cezaevinde kalan çocuğun?




Akran zorbalığına maruz kalan çocukların farkında mısın?
Ama sizin çocuklarınız maruz kalmaz ki. Maruz bırakır. Özür dilerim egoyla ve sıfır empatiyle büyüttüğünüz çocuklarınızın da bir gün fanuslarından sıyrılıp kötü bir şey yaşayabilme ihtimallerini hatırlattığım için. Yaşayamazlar çünkü. Sizin çocuklarınız her zaman en iyisidir, özür dilerim.

Özgüven eksikliği; güçsüz hissetmek; kızmak, çok kızmak; sonradan tanıştığın her arkadaşından tabiri caizse 'korkmak'; filmlerde, kitaplarda senden başka bunu yaşayan çocukların dünyasına girip, kalbini tarifi mümkün olmayan bir acıya teslim etmek; örselenmek; incinmek... 



Aslı'yı, Serpil'i, Ali'yi, Murat'ı ve yetiştirme yurdundaki diğer çocukları tanıyor musun?
Bir kez bile sevgiden ve ilgiden mahrum bırakılmış o çocukların gözlerinin içine bakıp, başlarını okşamadığın sürece samimiyetine inanmayacağım. Yalnızca bir kez gidip, sonra unutup, boş yere umutlandırma kötülüğünü de unutmayacağım.



Herkesin kendi emeğinin karşılığıyla bir şeyler yapabileceği, kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, herkesin çocuk sahibi olamayacağı, haksızlıkların yaşanmadığı, adaletin gerçekten var olduğu, barış ve sevgiyle dolu bir dünya.
Mümkün mü? Bu kirlenmişlikle elbette hayır.
Fakat ümit etmek mümkün.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yolun Başında

Elif'e Mektup

Hesaplaşma